Geleceğin Mitolojisi Bilim Kurgu Dr. Tom Lombardo İlk 17 Sayfanın Çevirisi

 Geleceğin Mitolojisi Bilim Kurgu

Dr. Tom Lombardo,

 

Giriş

 

    Bilim kurgu, hiç şüphesiz en belirgin ve etkisi yüksek olan çağdaş dünyadaki fütürist düşüncenin modern türüdür. Bilim kurgu neden bu kadar popüler? Fikirlerimi belirteceğim üzere, bilim kurgunun popülerliğinin asıl nedeni insan aklının ve insan yaşantısının bütün boyutlarını yansıtıyor olmasıdır. Bilim kurgu, gelecekte yaşayan bir insanı tasvir ediyor.

    Bu yazımda, geleceğe bir yaklaşım olarak bilim kurgunun tarihsel gelişiminden bahsedeceğim.1 Tarihsel bir inceleme kapsamında, fütürist temaların ve meselelerin bilim kurgudaki yerinden bahsedeceğim. Ayrıca çeşitli işlevlerine ve gelecek bilinç türü olarak bilim kurgunun sayısız gücüne değineceğim.

    Bu konudaki başlıca görüşlerim:

·         Bilim kurgu, insan aklının bütün temel kapasitesini birleştiriyor; bütüncül bir gelecek bilinci oluşturuyor.

·         Bilim kurgu, kuramı ve soyutlamayı bireysel anlatımla birlikte örüyor. Çok detaylı ve somut gerçekliği geleceğe yönelik kuramsal spekülasyon seviyesini harmanlıyor.

·         Bilim kurgu, geleceğin bütün temel boyutlarını atıfta bulunuyor ve bütün bu boyutları birleştirici bir gelecek görüşünde sentezliyor.

·         Modern ve fütüristik düşünceyi yansıttığı ve mitlerin çoğu özelliğini somutlaştırdığı için bilim kurgu, geleceğin mitolojisi olarak görülebilir.

 

 

Mitoloji ve Bilim Kurgu

 

 

    Başlangıç noktası olarak dinin ve bazı dini mitlerin gücünü geleceğe bir yaklaşım olarak değerlendireceğim. Dini mitler özellikle geleceğe odaklanmasa da insanların inanışında ve geleceğe karşı tavırlarında önemli bir etkisi olmuştur. Bu yazılı en eski kayıt türü ve muhtemelen de en etkili fütürist düşünce türüdür.2 Dini mitin bazı temel özelliklerini açıkladıktan sonra bilim kurgunun çoğu benzer kaliteyi ve güçleri dini mitler gibi somutlaştırdığını göstereceğim.

    Dini ve mitsel düşünme şeklinin gücü için birçok tanım mevcut. Din, en derin metafizik sorgulamalarına yanıt veriyor. Kişisel anlam ile bireyleri ve sosyal grupları tanrının amacı ve tarihin büyük hikayesi ile bağlayabiliyor. Dini prensipler genellikle inanç sistemlerini ve ilkelerini güçlendiren çeşitli mitlerle bağlantılıdır. Dini mitler, varoluşu hikayeler ile açıklar ve geçmişi, bugünü ve geleceği kolayca anlaşılır ve oldukça ilham verici bir şekilde birbirine bağlar. Genellikle dini mitlerle ilişkilendirilen etik ilkelerdir, yaşantılarında kullanmaları için insanlara bir ideal ve yönergeler oluşturur. Dini mitler aklın yanı sıra kalbe de hitap eder.

 

    Mitlerin arketipsel bir boyutu vardır. ‘Arketip’; bir temanın ya da temel fikrin kişiler, resimler ya da semboller tarafından temsil edilmesidir. Çoğu dini mitlerde geçen ölüm ve yeniden doğuş, onur ve cesaret, aşk ve adanma, iğva ve lanet, kötü ve iyi gibi konular standart temalardır. İnsanlığın bu merkez temaları genellikle inananlarda güçlü duygular uyandıran ve kişisel özdeşleşme duygusu uyandıran mitolojik karakterlerce temsil edilir.

    Bilim kurgu, mitlerle bazı önemli ortaklıkları ve güçlü yönlerini paylaşır. Antik mitlerde olduğu gibi bilim kurgunun da önemli gücü hikaye formudur. İnsanların içindeki dramatik boyuta hitap ettiği için çok popüler oldu. Hayat soyut anlatımlardan daha çok bir hikayeye benziyor ve tarihin çok yönlü bir hikaye olduğu gibi gelecek de karmaşık bir hikayeler destanı olacaktır.

    Tıpkı mitler gibi bilim kurgu, kişiliğe sahip karakterler içeriyor. Bu yüzden okuyucuyla kişisel bir bağlantı kuruyor. Okuyucu genellikle karakterlerle bazen olumlu bazen ise olumsuz şekilde özdeşleşir ve hikayenin dramını ve olaylarını karakterler aracılığıyla dolaylı şekilde yaşar.

    Mitlerde olduğu gibi bilim kurgu hikayeleri de insanlığın ana temalarını ve arketiplerini tanımlıyor. Hem bilim kurguda hem mitolojide, sembolik olarak gerçekliğin ya da insan özelliklerini önemli özelliklerini ön plana çıkarmak için fantastik oluşumlar ve seçeneklere yer verilir.

    Bilim kurgu aynı zamanda okuyucuda duygusal bir deneyim de bırakır. Gelecek yalnızca düşünülüp hayal edilmez aynı zamanda hissedilir. Bu duygusal yönler sıklıkla ilhama çevrilir. Bilim kurgu yazarı Thomas Disch’in de dediği gibi, bilim kurgu kültürümüzün ve hayat biçimimizin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Karakterleri, görselleri, hikayeleri ve temasıyla okuyucuda bir ilham yaratıyor ve düz bir yazıyı kişileştirilmiş bir yolculuğa ve hayat biçimine çeviriyor.3

    Bilim kurgu deneyiminin kişileştirilmesine rağmen, bilim kurgu hikayeleri genellikle mitlerde de olduğu gibi kozmik bir bağlamda, aynı ölçüde ve odakta oluşturulur. Ayrıca gerçekliğin doğasına ve insan varoluşunun anlamına ilişkin aynı kapsamlı temaları ele alır. Aslında, mitlerde olduğu gibi bilim kurgu kişiyi evrenle bağlıyor. Hikayedeki karakterlere bu gelişen olayların etkisi ve önemi nedir?

    Bilim kurgu geleneksel mitlerin de ötesine gittiğinden, modern bir bakış açısıyla bakıldığında eski mitler arkaik düşünce temellidir. Modern bilimden ve modern hayatın meselelerinden bihaberdirler. Mitler, insanları bilgilendirme ve motive etme gibi eşsiz bir güce sahip olsaydı muhtemelen ihtiyaç duyulan şey, geleceğin sorunlarının yanı sıra güncel sorunları da ele alan çağdaş düşünceye dayalı yeni mitler olurdu.4 Yazının ilerleyen bölümlerinde de bahsedeceğim gibi bu tam da bilim kurgunun yaptığı şeydir. Bilim ve teorilerle destekli mitolojik hikayeler sunar.

 

Bilim ve Bilim Kurgu

 

    Şimdi ise bilim ve bilim kurgu arasındaki ilişkiye değineceğim. Bilimin, modern çağda popüler hikaye anlatımını ilk olarak nasıl etkilediğini ve bu ilkin nasıl oldu da bilim kurgu isminde popüler bir anlatı türüne dönüştüğünü anlatacağım.

    John Clute ‘Science Fiction: The Illustrated Encyclopedia’ isimli kitabında, bilim kurgu tarihine, bilim kurgunun ayırt edici doğasını tanımlamaya çalışarak başlar. Clute, antik zamanlarda yaşayan insanların, cennete gitmek ya da fantastik veya garip yerlerde garip ve fantastik yaratıklarla karşılaşmak gibi hikayelere yazdığının altını çizer. Yine de Clute’a göre bu ilk hikayelerin yazarları hayali senaryoların gerçek hayatta var olabileceğine dair inandırıcı bir durum oluşturmaya çalışmıyordu. Clute, “fantaziyi” “inanmış gibi yapmak” olarak tanımlıyor. Modern fantazilerin ise hayali fantazilerin nasıl gerçek olabileceğini açıklamadığı için “inanmış gibi yapma” niyetinde olduğunu söylüyor. Clue’ya göre böyle fantastik hikayelerde gerçekçi olma çabası Bilimsel Devrim’e ve modern zamanlara kadar gerçekleşmiyor. Clute’a göre modern çağdan önce yazılan More’s Utopia (Ütopya) (1516) inandırıcı ya da gerçekçi olma çabası içinde değildi. Öte yandan Francis Bacon’ın The New Atlantis (Yeni Atlantis) (1626) gerçekçi olma kaygısı taşıyordu. Bacon, kafasında yarattığı fütürist halk şeklinin nasıl mantıksal ve bilimsel bir şekilde yaratılacağını denemiş oldu. Bacon, muhtemelen bilim ve mantık kullanıldığında gerçekleştirilebilecek çok fazla yeni fantastik icat ve gelecekteki insan hayatıyla ilgili tahminler yarattı. Clute için Bacon’ın The New Atlantis’i  bir Ön Bilim Kurgu idi.5

    Bir başka Ön Bilim Kurgu adayı ise Johannes Kepler’in Somium seu Asronomia Lunari (1634) idi. Wyn Wachhorst’a göre Kepler, bu türde ilk kez Somium kitabında aya bir seyahat olan uzay yolculuğuna yer verdi. Bu hikayesi ile Kepler, dünya dışı yaşam olasılığını ciddi bir şekilde düşünen ilk kişiydi.6 Kepler’e göre uzay yolculuğu bir fantaziden ibaret değildi. Gelecekte uzaya seyahat edeceğimize inanıyordu. Kepler kendi sözlerinde; “Yelkenleri göklere açılan gemiler yapalım, uçsuz bucaksız boşluktan korkan kimse olmayacak. O sırada biz de cesur gök gezginleri için gök cisimlerinin haritalarını yapacağız.”

    17. ve 18. yüzyıl Avrupa'sında Aydınlanma felsefesinin ortaya çıkışıyla ilişkilendirilen bilim ve dünyevi ilerleme kavramı, bugünden çok farklı olası geleceklerin tasavvuru için bir mantık ve kılavuz sağladı. Clute’a göre bilim kurgunun başlangıcı gelecekte hayatımızda bilim ve mantıktan kaynaklanacak ortaya çıkacak muhtemel değişimlere olan inanca ve dünyevi ilerleme kavramının çıkışına tesadüf ediyor.

    Yine de Clute’un aksine antik zamanlarda yaşayan insanların mitolojik yaratıklara ve mekanlara inandığını savunuyorum. Sık sık doğal dünyayı ziyaret edip, onlara musallat olsa veya "büyülese" de tanrılar ve tanrıçaların doğa üstün bir gerçeklikte var olduğuna inanıyorlardı.7

    Modern çağda değişen şey, bilgi ve hakikat standartlarıydı. Fantastik varlıkların ve alternatif gerçekliklerin metafiziksel veya dini açıklamaları, modern standartlarımıza göre bilimsel veya rasyonel değildi ve sonuç olarak, "batıl" olarak nitelendirilip fanteziye bağlandı. Savunucularına göre, modern bilim ve Aydınlanma felsefesi, yüzyıllarca süren dini baskıdan sonra düşünce ve araştırma özgürlüğünü teşvik etti. Hayatla ilgili soruların yanıtları artık asılsız bir otoriteye ve kutsal metinlere dayanmıyordu. Bilim nesnellik ve tarafsızlık için çabaladı. Bilim, düşüncelerini ampirik gözleme, deneye ve akla dayandırır. Son birkaç yüzyılda bilim içinde ortaya çıkan gerçekliğin tanımı, antik mitlerde ve dinlerde sunulan gerçekliğin tanımı ve açıklamasıyla birçok yönden açıkça çelişiyordu.

    Bilim kurgunun gelecekle ilgili bir anlatım biçimi olarak ortaya çıkışı, Bilimsel Devrim'in getirdiği makul ve gerçek olana ilişkin düşünce standartlarımızda bir dönüşümü içerir. Gerçeğe bu yeni bakış açısı, geleceği anlamak ve tahmin etmek için farklı bir yaklaşım ve akıl ile bilimin fikirlerine dayanan bir yaklaşım sağladı. Garip ve harikulade gerçekleri anlatan asırlık hikaye anlatımı geleneği, hayali ortamlarını ve karakterlerini açıklamanın bir yolu olarak bilimin ve seküler ilerlemenin fikir ve ilkelerini benimsediğinde, bilim kurgu doğdu.

    Dolayısıyla, görülebileceği gibi, bilim kurgu, modern bilimin inançları ve standartlarının yanı sıra antik mitin birçok özelliğini ve güçlü yanlarını yansıtır. "Bilimsel olarak güvenilir" mitler yaratır. Aslında, bilim kurgunun geleceğin mitolojisi haline geldiğini öne sürüyorum. Antik mitolojiler insanlığa anlam ve yol oluşturduğundan, bilimkurgunun gelecekte insanlığa anlam ve yön verecek hikayeler sağlayacağını düşünüyorum. Bilim kurgu genellikle gelecekle ilgilidir ve geleceğe olan yolculuğumuzu etkileme işlevi görür.

 

Bilim Kurgunun Doğuşu

 

    Bilim kurgunun kökleri on dokuzuncu yüzyılın Romantik felsefesine de dayanır. On dokuzuncu yüzyıl edebiyatı, insan duygularına ve tutkusuna, insan zihninin iç kargaşasına, deliliğine ve sıkıntısına yaptığı vurguyla Romantik felsefeden güçlü bir şekilde etkilenmiştir. On dokuzuncu yüzyılda, hepsi de Romantik zihniyetin ifadeleri olan gotik, korku ve macera hikayeleri çok popülerdi. Bu tür hikayelerin temel amaçlarından biri, okuyucuda hem olumlu hem de olumsuz güçlü duygusal tepkiler uyandırmaktı. Bilimsel yazının vurgusu gerçekliği nesnel, rasyonel, düzenli ve duygusallıktan uzak bir şekilde tanımlamak iken Romantik yazı, genellikle öznellik, zihinsel kargaşa ve duygusallık gibi tam tersi nitelikleri vurgulamıştır.

    Bilimkurgu, insan deneyiminin Romantik, duygusal boyutunu bilim ve Aydınlanma felsefesinden türetilen kavramlar ve spekülasyonlarla harmanlayacaktı. On dokuzuncu yüzyıl bilim kurgusu (tür modern adını almadan önce) genel olarak "bilimsel romanslar" olarak anılırdı. On dokuzuncu yüzyılın başlarında, öykülerinde Romantik ve bilimsel unsurları bir araya getiren yazarlardan biri Edgar Allen Poe'dur (1809 - 1849). Poe, korku öyküleri ve doğaüstü hikayeler yazarı olarak tanınır ama karanlık öykülerinde psikolojik olarak rahatsız edici ve büyüleyici etkiler yaratmak için çeşitli bilimsel fikirlere ve spekülasyonlara da yer verir.8

    Bilimkurgunun romantik boyutu yalnızca dehşet verici ve korkunç olanın yanı sıra yüceliğe ve ilham vericiliğe de yer verir. İlk örneklerden biri olarak Jules Verne (1828 - 1905), yeni makinelerin ve bilimsel cihazların heyecan verici ve hipnotize edici gücünün yanı sıra bilim ve teknoloji aracılığıyla ortaya çıkarılan veya yaratılan egzotik ve anlaşılması zor gerçeklikleri ve dünyaları, bilinmeyene doğru dramatik ve hayranlık uyandıran macerayı, keşfetmenin tutkusunu, heyecanını ve geleceğin insan ruhuna yönelik varoluşsal ve kozmik meydan okumalarını öne çıkarmıştır.

    Bilimkurgu ve Romantizm arasındaki bir diğer önemli bağlantı da Romantiklerin bilim, teknoloji ve modernitenin olumlu ve ilerici vaatlerine karşı duydukları felsefi güvensizlik, hatta reddetmeleriyle ilgilidir. Clute, fütürist bilimkurgunun seküler ilerleme umutları ve öngörüleri popüler hikaye anlatımına dahil edildiğinde ortaya çıktığını iddia etse de, bilimkurgu içindeki hikayeler genellikle tam tersi bir pozisyon almıştır. Bilim, seküler ilerleme ve teknolojinin büyümesi mahvımıza yol açabilir. Modern bilim ve teknolojiye yönelik bu olumsuz bakış açısının klasik örneği Mary Shelley'nin (1797 - 1851) Frankenstein'ıdır. On dokuzuncu yüzyılda geleceğe dair büyük bir iyimserlik olmasına rağmen, bilim kurgu romanlarının belki de en eski örneği olan Mary Shelley'nin Frankenstein ya da Modern Prometheus (1818) adlı eseri, bilim ve teknolojinin potansiyel tehlikelerini önceden haber vermiştir.

    Frankenstein temelde iç gözlemsel bir kâbus olsa da bilim ve teknolojiye olduğu kadar insan doğasına da bir eleştiridir.9 Romanda anlatılan sefalet, trajedi ve acının asıl nedeninin Victor Frankenstein'ın egomanyası ve yaratığı kalpsizce terk etmesi olduğu söylenebilir. Aslında Shelley, yaşam yaratma teknolojisini ya da hızlanan teknolojinin potansiyel sorunlarını ayrıntılı olarak tartışmaz. Bunun yerine, insan Frankenstein'a ve roman ilerledikçe onu kelimenin tam anlamıyla yok eden akıldan çıkmayan düşünce ve duygulara odaklanır.

    Yine de hikayenin iç gözlemsel niteliğine rağmen sonraki yıllarda filmlerde popülerleşmesi nedeniyle Frankenstein'ın hikayesi, özellikle insanın tanrı rolüne bürünme arzusuna hizmet etmek için kullanıldığı takdirde teknolojinin potansiyel tehlikeleriyle oldukça güçlü bir şekilde ilişkilendirilmiştir. İster teknoloji olsun, isterse insanın teknoloji aracılığıyla gerçeklik üzerinde güç kazanma arzusu, Romantik felsefe bilim ve teknolojiye çok fazla inanç ve umut beslemede sorunlar ve potansiyel trajediler görmüştür.

    Bilimkurgu yazarı Brian Aldiss, Frankenstein'ı "modern bir tema" olarak tanımlar. Çünkü Frankenstein yalnızca insanlığın ikili doğasına olan bir hayvan (maymun) olmasına değil yaratma gücüyle tanrıya benzediğine de işaret eder. Aynı zamanda insanoğlunun üstün güçlerinin iki ucu keskin bir kılıç olduğuna da değinir. Aldiss'e göre, yaratma gücü hem "başarı” hem de “sefalet" getirir. Teknolojik ve bilimsel ilerleme iki ucu keskin bir kılıçtır ve Frankenstein, insanlığın doğa ve dünya üzerinde artan gücünün muhtemel olumsuz sonuçlarına odaklanır. Aldiss, aslında Frankenstein'ı "yeni bir mit" olarak görür. Çağımız için modern bir mit. Bilim ve teknoloji sayesinde insanlık yaratma gücüyle tanrıya benzer hale geliyor ama bu gücü akıllıca kullanacak olgunluğa ve öngörüye sahip miyiz? Bilimin, tanrının yerini almasıyla insanoğlu dünyayı yeniden yaratma gücüne sahip olmuştur ancak Victor Frankenstein zavallı bir tanrıdır. Korku dolu bir tanrıdır. Çünkü kendi yarattığından geri çekilir ve dünyaya getirdiği şeyin gerçekliği karşısında yalnız bir şekilde ölür.10  Dolayısıyla, bilim kurguda yaratılan ilk yeni mit trajiktir ve geleceğe dair endişelidir.

    Yine de on dokuzuncu yüzyıl boyunca teknolojinin vaatleri, seküler ilerleme ve yarının harikulade dünyası hakkında pek çok olumlu hikaye de vardı.11 Gelecekteki ideal insan toplumlarına dair ütopik öngörüler, Aydınlanma Çağı'nda çoğalmış ve on dokuzuncu yüzyıl boyunca devam etmiştir. Samuel Butler'ın Erewhon (1872) ve Edward Bellamy'nin Looking Backward (1888) gibi kitaplar bu dönemden örneklerdir.12 Laura Lee'ye göre 1888'den 1900'e kadar geçen yıllar boyunca, varsayımsal olarak 2000 yılında geçen 150 roman yazılmıştır.13

    Dolayısıyla, başlangıcından itibaren bilimkurgu, olumlu ve canlandırıcı olduğu kadar karanlık ve korkutucu hikayeler de içerir. Bilimkurgu, on dokuzuncu yüzyıldan bilim ile teknolojinin ve genel olarak geleceğin vaatlerine ilişkin temel bir kararsızlığı miras alır. Değişim hem heyecan verici hem de korkutucudur. Bilimkurgu, yarının hem büyük ilerleme ve iyilik hem de büyük felaket ve kötülük olasılıkları barındırdığı içgörüsüyle başlar. Bilimkurgu, başlangıcından itibaren hem Aydınlanma ile ilişkilendirilen bilim ve aklın iyimserliğini hem de Romantizm ile ilişkilendirilen yüksek teknolojili modernitenin endişelerini ve değişim korkusunu birleştirir. Bilinmeyen ve gizemli olan hem huşu, umut ve merak hem de endişe, korku ve dehşet uyandırabilir.

    Bilimkurgunun iki ucu keskin kılıcı, on dokuzuncu yüzyılın sonunda bu türü gerçekten popülerleştiren iki yazarda kesinlikle görülebilir. Bilim kurgu ilk olarak Jules Verne (1828-1905) ve H. G. Wells'in (1866-1946) eserleriyle popüler kültür üzerinde büyük bir etki yaratmıştır.

    Jules Verne, bilimsel ve teknolojik öngörüleri ve bilinmeyene doğru büyük macera duygusuyla tanınır.14 Jules Verne'in gelecek dünyaları, bilim ve teknolojinin olumlu güçlerine güçlü bir vurgu yaparak keşif ve insani ilerleme zamanlarını anlatmıştır. Verne, çağdaş bilim ve teknolojinin hevesli bir okuyucusuydu ve hikayeleri boyunca gelecekteki bilim ve teknoloji hakkında çeşitli öngörülerde bulundu. Genel olarak Verne'in romanları, bilim ve teknolojinin ilerlemesi ve insan ruhunun zaferi yoluyla seküler ilerleme idealizmini güçlendirmiştir. Hikayelerinde işler sık sık ters giderdi (gerekli dramayı sağlayarak) ancak karakterlerinin cesareti, zekası ve yaratıcılığı, ileri teknoloji ve bilimle birleştiğinde çoğu zaman karşılaşılan engellerin üstesinden gelirdi.15

    Yine de Verne'in yazılarının daha az bilinen bir "karanlık tarafı" vardır. Gelecek hakkında kesin bir iyimserlik yoktu, daha kötümser yazıları, zamanın ilerici mizacıyla çatıştığı için öyle kolay basılmadı.16 Özellikle hayatının son yıllarına doğru, seküler ve teknolojik ilerlemenin daha iyi bir dünyaya yol açıp açmayacağından ve insanlığın daha iyi bir toplum yaratma kapasitesine veya eğilimine sahip olup olmadığından ciddi şekilde şüphe etmeye başladı.

    Gelecek, H. G. Wells'in eserlerinde açıkça karmaşık ve çok yönlü, hem umutlu hem de tedirgin edici bir hal alır. Wells için gelecek, yoğun ve sürekli bir spekülasyon ve çalışma konusu haline gelir. Kendisinin de belirttiği gibi "Olabilecek şeylere aşırı derecede takıntılıyım ve şimdiki zamana karşı sabırsızım. "17 Wells, gelecek üzerine hem kurgusal hem de kurgusal olmayan çok sayıda deneme ve kitap yazmıştır.18

    Herbert George Wells genellikle modern bilimkurgunun babası olarak kabul edilir. Bilimkurgu yazarı Thomas Disch, Wells'i tüm bilimkurgu yazarlarının en büyüğü olarak tanımlar.19 Wells, öykü formunda olası geleceklere dair çok çeşitli ve geniş bir imgeler dizisi yaratmıştır. Uzaylı zihinler ve uygarlıklar, dünyanın ve insanlığın milyonlarca yıl ötesine uzanan "gelecek tarihleri", biyolojik olarak tasarlanmış yaşam formları ve insanlar, görünmez insanlar, geleceğin büyük savaş makineleri ve uçakları, atom silahları ve insan uygarlıklarının hem düşüşü hem de yükselişi ile karşılaşabiliyoruz.20

    Wells'in gelecek üzerine yazdığı felsefi ve sosyolojik kitaplar ve denemeler popüler kitleler tarafından daha az bilinmektedir. Wells sadece geleceğin olasılıkları hakkında spekülasyon yapmakla ilgilenmiyordu. Aynı zamanda insanlığın geleceğini gerçekten etkilemekle de çok ilgiliydi. İnsanlığın durumuyla ilgili endişelerini yazdı ve insan toplumunun nasıl iyileştirilebileceğine dair çok sayıda öneri sundu. Wells, geleceğin hem tahmin edilebileceğine hem de arzu edilen amaçlara doğru yönlendirilebileceğine inanıyordu ve bu nedenle genellikle modern gelecek çalışmalarının ve bilim kurgunun babası olarak görülür.21

    Wells açıkça gelecek hakkında çok sayıda spesifik tahminde bulundu. Bazen tahminleri yanlış çıktı ancak çoğu zaman "gelecek şeylerin şeklini" doğru bir şekilde tahmin etti. Atom bombasını ve nükleer enerjinin kullanımını, zırhlı tankları, hava savaşlarını, dünya çapında televizyon yayınlarını ve sinema pornografisini öngörmüştür. Kıtalararası balistik füzeleri ve çok uluslu şirketler tarafından yönetilen küresel bir toplumun yükselişini öngördü. Büyük mekanize tarım çiftlikleri, genetik mühendisliği ve aşırı nüfuslu mega şehirler öngördü. Her iki Dünya Savaşını da başlamadan çok önce öngörmüştür. Wells, bir Dünya Beyni ve Dünya Ansiklopedisi'nin ortaya çıkacağını öngörmüştür ki bu bazı yönlerden İnternet'in yakın zamandaki gelişimini öngörmektedir.22

    Wells'in gelecekle ilgili düşüncelerinin merkezinde evrimsel ve panoramik tarih ve zaman görüşü yer alıyordu. Wells tüm doğayı durağan ve değişmez değil, dönüşümsel olarak görüyordu. Tarih değişim içerir. Ayrıca zamanı döngüsel olmaktan ziyade yönelimsel, yaratıcılık ve yeniliklerle dolu olarak görüyordu. Wells, tarihe kozmik olmasa da küresel bir bakış açısıyla yaklaşmış, yaratılışın başlangıcından uzak geleceğe kadar uzanan geniş bir zaman diliminde genel eğilimler aramıştır. Wells hem tarih hem de gelecekle yoğun bir şekilde ilgilenmiş ve bu ikisini birbirine bağlamıştır; Wells'in biyografisini yazan Warren Wagar'ın da belirttiği gibi, Wells "zamanı kat etmiştir".

    Wells'in geçmiş ve geleceğe dair kapsamlı vizyonu evrimsel terimlerle kavramsallaştırılmıştır. Zaman evrimdir. Özellikle evrim, Wells için insanlığın süregelen destanının bilimsel bir hikayesini ve açıklamasını sağlamıştır. Wells, kariyerinin erken dönemlerinden itibaren insanlığın evrimiyle ilgili hem geçmişe hem de türümüzün potansiyel geleceğine ilişkin makaleler ve nihayetinde hem kurgu hem de kurgu dışı kitaplar yazdı. Disch'e göre, Wells bilim kurgu eserlerinde insanlık tarihi ve geleceğine dair yeni bir evrimsel mitoloji ve anlatı sunmuştur.23 Modern bilimin bir yaratımı olarak evrim, Wells'e insanlığın hikayesini anlatmak için genel bir şema sağlamıştır. Wells kurgusal öykülerinde sıklıkla insanlığın dönüşümsel gerilimini ve mücadelelerini yakalar. Bir taraftan hayvan atalarımıza bağlanıyoruz, diğer yandan cenneti ve gökyüzündeki yıldızları arzuluyoruz. Bizler evrimsel geçiş sürecinde olan, ileriye doğru hareket eden ancak geçmişe dayanan bir varlığız.24

    Wells geleceği evrimsel terimlerle gördüğü için insanlığın sonsuz ilerleme olasılığının yanı sıra, tamamen yok olma olmasa bile felaket potansiyelini de görüyordu.25 İnsanlığın geleceği belirsizdi çünkü evrimsel bir çerçevede doğanın bir amacı ya da telosu yoktu ve insanlık Tanrı'nın özel bir yaratımı değil, devam eden hayatta kalma mücadelesindeki birçok türden sadece biriydi. İnsanlığın geleceğe adapte olacağının ve gelişeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Bu nedenle Wells, insanlığın geleceğine rehberlik etmek için akıl, bilim ve insani etiği kullandığı ütopik gelecek vizyonlarının yanı sıra, gelecek tarihimizde olumsuz ve kendine zarar veren eğilimlerin hakim olduğu kabus gibi, rahatsız edici ve distopik vizyonlar da yaratmıştır. Evrimsel destanın belirsizliği göz önüne alındığında, insanlığın geleceği iki ucu keskin bir kılıçtır; hem umut hem de korku.

    Wells'in evrimsel bakış açısında, gelecekteki bilim kurgu eserlerinin çoğunu etkileyecek önemli bir yeni arketipsel tema görüyoruz. Dünya artık tanrıların eseri değildir; hem sonsuz ilerleme hem de tamamen yok olma olasılıklarını içeren evrimsel bir süreçtir. Bilim ve teknolojinin iki ucu keskin kılıcı nasıl mit yapımı için yeni bir motif sağladıysa, natüralist, kozmik ve bilimsel olarak bilgilendirilmiş evrim teması da gelecekle ilgili hikayeler yaratmak için yeni bir çerçeve sağladı.

    Wells'in The Time Machine kitabından tut When the Sleeper Awakes ve The First Men ın the Moon kitabına kadar uzanan en eski ve en ünlü bilim kurgu romanları distopik, korkutucu ve dehşet verici olma eğilimindedir. Bu romanların çoğu uyarı olarak yorumlanabilir; toplumumuzu ve mevcut düşünce ve davranış biçimlerimizi değiştirmezsek başımız belada demektir. The Time Machine, muhtemelen günümüzün kapitalistleri ve işçileri olan insanlığın evrim geçirdiği ve Eloi ve Morlocklar olmak üzere iki ayrı türe ayrıldığı gelecekteki bir dünyayı öngörüyor. Morlocklar karanlık yeraltında tüm endüstriyel işleri yapmakta ve Morlocklar’a ait bir bahçe cennetinde çocuksu ve anlamsız bir yaşam süren Eloi'lerden beslenmektedir. The Island of Dr. Moreau, biyoteknolojinin potansiyel tehlikelerine karşı uyarıda bulunur ve yüksek ve medeni özlemlerimize rağmen hayvanın - canavarın - hala içimizde yaşadığını öne sürer. Bazı eleştirmenlere göre Batı'nın acımasız emperyalizminin bir alegorisi olan The War of the Worlds, uzaylı istilasının, duygusallıktan arındırılmış zihinsel evrimin, evrendeki daha büyük güçler karşısında insanoğlunun zayıflığının ve nihayetinde yarının dünyasında hayatta kalmanın kaprislerinin ve ironilerinin özlü hikayesini anlatır. When the Sleeper Awakes, zengin kapitalistler tarafından yönetilen, işçilerin davranışsal teknoloji yoluyla bastırılıp kontrol edildiği ve özgürlüklerinin ellerinden alındığı gelecekteki bir dünyanın habercisidir. When the Sleeper Awakes, Metropolis, Brave New World ve 1984 gibi yirminci yüzyılın en ünlü distopik hikayelerinin çoğunu öngörmektedir.26

    1902'den itibaren, ilk olarak Anticipations ve The Discovery of the Future adlı iki kurgusal olmayan kitabın yayınlanmasıyla Wells, gelecekle ilgili ilerici ve ütopik ideallerini ciddi bir şekilde savunmaya başlar. İlerleyen yıllarda The Food of Gods, A Modern Utopia, The World Set Free, Men Like Gods ve en ünlü ütopik romanı The Shape of Things to Come gibi bilimkurgu ütopik romanları yazacaktır. Wells'in kurgusal olan ve olmayan tüm bu ütopik kitaplarındaki temel argümanı, insanlığın saldırgan, benmerkezci ve güce aç zihniyetinin bizi kendi kendimizi yok etmeye mahkum edeceği ve hayatta kalmak ve gelişmek istiyorsak akıl ve bilim tarafından bilgilendirilmiş küresel ve insani bir kültürün yükselmesi ve dünyanın kontrolünü ele geçirmesi gerektiğidir.27

    Wells'in ütopik romanları genellikle, ilk olarak çağdaş uygarlığın çöküşünü, ikinci olarak da yeni bir dünya devletinin yükselişini anlatan öyküsel tarihler biçimini almıştır. Dramatik biçimde yazılmış insanlığın bu "gelecek tarihleri", Asimov ve Heinlein'ınkiler gibi, geleceğin bir dizi zorluk, yenilgi ve zaferle dışa doğru uzanan bir hikaye olarak anlatıldığı daha sonraki birçok bilim kurgu "gelecek tarihini" öngörüyordu. Wells ilerlemeyi ileriye doğru barışçıl ve istikrarlı bir hareket olarak değil, çatışma, devrim, yıkım ve küllerinden yeniden doğuş olarak görüyordu. Geleceğe yönelik mücadele, geçmişin güçleri ile geleceğin güçleri arasında, daha ilkel kabile zihniyetimiz ile daha ilerici bir etik zihniyet arasında süregelen bir gerilim ve çatışmayı gerektiriyordu.28 Gelecek en iyi şekilde dramatik bir hikaye ya da hikayeler dizisi olarak görülebilir.

    Savaş yakın gelecekte kaçınılmaz ve belki de yeni bir dünya uygarlığının doğuşu için gerekli olsa da, Wells olumlu ve daha etik bir geleceğin birçok idealini, ilkesini ve özelliğini de oldukça ayrıntılı bir şekilde dile getirmiştir. Hatta insanlığın evrim geçirerek kendini aşması ve tanrı benzeri daha yüksek bir evrensel bilinç seviyesine ulaşması olasılığını bile öngörmüştür.29

    Wells'e göre insanlık tarihi büyük bir dramdır. İlkel ve hayvan atalarımız ile ileriye dönük rasyonel ve etik zihniyetimizin karşıt güçlerinin hikayesidir. Wells, hayatı boyunca umutsuzluk ve umudun çatışan güçleriyle boğuşmuştur. İnsanlık, geçmişin barbarlığını aşabilecek miydi yoksa sonumuz mu gelecekti? Tüm tezahürleriyle bu dinamik gerilim, doğamızın altında yatan asıl şeydir. Bizler belirsiz bir çözümle ortaya çıkan bir hikayeyiz. Doğal dünyada hayatta kalmak için verilen "dişe diş" mücadeleden ortaya çıktık ve şimdi bir şekilde başlangıçlarımızı aşmak, aynı zamanda kökenlerimizi kabul etmek ve anlamak ve evrimleşmiş akıl ve ahlak güçlerimizi kullanarak yeni bir dünya yaratmak için en büyük zorluğumuzla karşı karşıyayız.

    Clute'a göre, yirminci yüzyılın başlarında bilimkurgu ağırlıklı olarak gelecek hakkında iyimserdi. Clute, yirminci yüzyıl bilimkurgusunun ilk on yılından "Parlayan Bir Gelecek" olarak söz eder. İlerleme, hızlanıyordu ve insanlığın, medeniyetin ve teknolojinin gelişmeye devam edeceğine dair büyük bir umut vardı. Bilimkurguda pek çok neşeli uzay macerası ve olumlu kahramanlar hayal ediliyordu ancak bu dönemde çok sayıda geleceğe yönelik savaş romanı da vardı.30 Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki on yılda, yaklaşmakta olan bir dünya çatışması endişesi insanların zihninde açıkça yer ediyordu.

    Clute, gelecekteki savaşları anlatan ilk bilim kurgu öykülerinin olası felaketlere karşı uyarılar olarak yazıldığına inanıyor. Kehanette bulunmaktan ziyade, siyasi politikaların ve yeni teknolojilerin potansiyel uygulamalarının istenmeyen sonuçlarını göstermeyi amaçlıyorlardı. "Uyarı senaryosu" hem bilim kurgu hem de gelecekle ilgili kurgusal olmayan kitaplarda fütürist düşünce içinde ortak bir temadır. Frankenstein ve The Island of Dr. Moreau biyoteknolojinin güç tutkunu bilim adamlarının boş heveslerine hizmet etmek için dizginlenmeden kullanılmasına ilişkin uyarılar olarak görülebilir. Bu tür uyarı senaryolarının mantığı, yaptığımız şeyi yapmaya devam edersek işlerin daha da kötüye gideceği, dolayısıyla yaptığımız şeyi değiştirmemiz gerektiğidir. Fütürist Wendell Bell bu tür tahminleri "varsayımsal olarak doğru" şeklinde nitelendirmektedir.31 Umarız uyarı insan davranışını değiştirir ve öngörülen olumsuz etkiler ortaya çıkmaz. Bu tür karanlık imgelerin bilincimizi yükseltmesi ve düzeltici eylemi kışkırtması beklenir. J. T. Fraser'ın da dediği gibi, "...kabuslar, bizi tetikte tutmaya yarayan rüyalardır."

    Clute gibi çağdaş bilimkurgu yazarı Frederick Pohl da bilimkurgunun geleceği tahmin etmeye çalışmadığını savunmaktadır.32 Elbette bir edebiyat türü olarak bilimkurgunun amacı eğlendirmek, hayal gücünü harekete geçirmek ve kalbi harekete geçirmektir ancak Clute ve Pohl'un aksine, bir öykünün amacı mevcut eğilimlerin olası sonuçları hakkında uyarıda bulunmaktan öteye gitmese bile bu faaliyetin öngörücü bir yönü vardır. Yine, bir uyarının mantığı "X'i yapmaya devam edersek, Y onu takip edecektir" şeklindedir. Bu koşullu bir öngörü ifadesidir.

    Bilim kurgu, kelimenin tam anlamıyla gerçek olmayan, hayali karakterler ve olaylar yaratır. Açıkçası, eğer biri gelecek hakkında bir hikaye yazıyorsa, o zaman tasvir edilen olaylar gerçek olmaktan ziyade varsayımsaldır. Yine de fütürist bilim kurgu hayali olsa da, Jules Verne, H. G. Wells ve Arthur C. Clarke gibi büyük bilim kurgu yazarlarının çoğu, gelecek hakkında çeşitli kasıtlı tahminler içeren gelecek dünyalar yaratmıştır. Bilim kurgu genellikle akla yatkın fütürist senaryolar ve mevcut eğilimler üzerine ekstrapolasyonlar yaratmaya çalışır. En azından okuyucunun yarının çeşitli olasılıkları hakkında düşünmesini sağlar ve aslında türün dışında geleceğe yönelik bir dizi tahmin ve hedefe ilham vermiştir. Hatta öykülerinde öngörülen teknolojilerin ve varsayımsal gerçekliklerin gerçek dünyada yaratılmasına bile neden olmuştur. Bilimkurgu, hayali olarak öngördüğü geleceği yaratarak geleceği doğru bir şekilde tahmin edebilir.

    Bilimkurgunun öngörüsel boyutunu görmenin bir başka yararlı yolu da bilimkurgu öykülerini anlatısal "düşünce deneyleri" olarak görmektir. Örneğin gelecekteki şehirler, uzaylı zekasıyla temas ya da dünya çapında bir felaket gibi varsayımsal bir durum hayal edilir ve hayal edilen senaryonun olası etkilerini ya da yansımalarını araştıran bir hikaye anlatılır. Veya düşünce deneyi basitçe, dünyadaki mevcut koşullar göz önüne alındığında, zaman içinde hangi varsayımsal sonuçların ortaya çıkacağı olabilir. Düşünce deneyleri bilimde yaygın bir uygulamadır ve genellikle bir deney yapmanın başlangıcı olarak kullanılır. Bilim kurguda bir durumun sonuçları, bilimsel bir deneyde olduğu gibi ölçülebilir kontrollü değişkenler kümesi yerine bir hikaye biçiminde kavramsallaştırılır. Bilim kurgu hikayeleri, hayal edilen farklı geleceklerin olası sonuçları veya mevcut eğilim ve gelişmelerin gelecekteki olası etkileri üzerinde düşünmemizi sağlar.

    Dolayısıyla, bilim kurgu gerçek değil kurgu olsa da, fütüristik bilim kurgu dünyamızda ve genel olarak evrende gelecekteki olası gelişmeleri öngörür, tahmin eder ve öykü biçiminde hayal eder. Bilimkurgu öykülerinde yer alan tahminlerin birçoğunun yanlış çıktığı kabul edilse de sonuç olarak bilimkurgu, mevcut eğilimlerin ekstrapolasyonlarına dayanarak, gelecek hakkında nispeten doğru sayısız tahminde bulunmuş ve geleceğin olasılıklarını gerçekçi bir şekilde değerlendirmiştir. Hikayeleri, hikayede tasvir edilen olayları önlemek için insanları harekete geçirme amacıyla "varsayımsal olarak doğru" uyarı senaryoları şeklinde olsa bile yine de koşullu bir tahmin yapılmaktadır.

    Yirminci yüzyılın ikinci on yılı, Birinci Dünya Savaşı'nın süregelen dehşetinden bilimkurgu alanında büyük bir kaçış dönemine tanıklık etti. Edgar Rice Burroughs'un (1875 - 1950) yazıları aracılığıyla yabancı bir dünyaya, ilkel bir ormana ya da mağara adamları ve dinozorlarla dolu bir ülkeye kaçmak mümkündü. Ayrıca bu dönemde devasa uzay gemilerinden veya gökyüzünde yüzen şehirlerden oluşan hava imparatorlukları hakkında birçok hikaye yazıldı. Okuyucu gökyüzünde hayal ettiği mükemmel bir dünyaya kaçabilirdi. Öngörülen ve şimdi karşılaşılan kıyamet, daha iyi olacağı varsayılan bir yarına ya da garip bir başka ülkeye kaçış için bir uyarıcı oldu. Bu sayede bilimkurguda başka bir ikili boyutla karşılaşmaktayız. Nereye doğru gittiğimizi daha net görmemizi sağlayabilir ya da hoş olmayan bir gerçeklikten daha hoş ve umutlu bir dünyaya kaçmak için bir yol sunabiliyor.

    Birinci Dünya Savaşı'nın ardından, geleceğe ilişkin kaygı ve kararsızlık düzeyi bilimkurguda kendini göstermeye devam etti. Bu dönemde çok sayıda fütürist şehir hikâyesi yazıldı. Bazen bu geleceğin şehirleri kilometrelerce yükseklikteki gökdelenleriyle uçsuz bucaksız ve ultra teknolojikti; diğer senaryolarda ise geleceğin şehirleri, hayal edilen dünya çapındaki bir felaketin ardından büyük harabeler olarak sunuluyordu.

    İlk büyük bilim kurgu filmlerinden biri olan Metropolis (1926), fütüristik bir şehrin teknolojik açıdan iyimser, ancak aynı derecede olumsuz sosyal ve politik yönünü göstermektedir.33 Metropolis, yüzeyde zenginlerin ekonomik ve teknolojik ilerlemenin tüm faydalarından yararlandığı güzel bir yüksek teknoloji şehridir ancak yüzeyin altında, şehri koruyan işçiler, yukarıdaki zenginlerin sahip olduğu faydalardan hiçbirine sahip olmadan mekanik, depresif angarya ve monotonluk içinde çalışmaktadır. Belki de bilim ve endüstri büyük teknolojik başarılara yol açacak ama bunun toplumsal sonuçları feci olacaktır. Karanlık ve aydınlık aynı anda “bir arada” bulunur.

    1920'lerde robotlar bilim kurguda oldukça görünür bir varlık haline gelir. "Robot" terimi Karel Capek'in R.U.R. (Rossum's Universal Robots) (1924) adlı oyunundan gelmektedir. Klasik bir erken dönem robot örneği (bu durumda dişi) Metropolis'te bulunabilir. "Robot" terimi Çekçe'de (Capek'in ana dili) sözleşmeli işçi anlamına gelse de bilim kurgu hikayelerinde başından beri korku, kendi yarattığımız robotların bize düşman olmasıydı. Metropolis'te, çılgın bir bilim adamı ve kalpsiz bir hükümet yetkilisinin kontrolü altındaki dişi robot, şehrin işçi sınıfı insanlarını kendi kendini yok eden bir sona götürmeye yönlendirilir.

    Bilimkurgudaki robot, insanlığın ve makinenin sembolik bir sentezidir; hem insanın makineye dönüşmesi, teknolojik yaratımı tarafından asimile edilmesi, hem de makinenin insana dönüşmesi, en kötü niteliklerimizi ve özelliklerimizi somutlaştırmasıdır. Bilim ve teknolojiden duyduğumuz korkunun yanı sıra neye dönüşebileceğimizden duyduğumuz korkuyu da temsil eder. İnsanlığın yaşam ve duyarlılık yaratma (ve dolayısıyla tanrılar gibi olma) girişiminde, kendi yaratımımız bize sırt çevirebilir. Makinelerimiz aracılığıyla kendimizi yok edebilir ya da en kötüsü, makinelere dönüşebiliriz. Robot, tehdit edici teknolojinin, insanın yozlaşmasının ve güç arayışının somut bir sembolüdür. Bilim kurgunun klasik bir arketipidir.

 

 

Kozmoloji, Gelecek Tarih ve Altın Çağ

 

    1930'lu ve 1940'lı yıllarda bilimkurgu popüler kültür içinde gelişti ve popülaritesi büyük ölçüde arttı. Bu dönem sıklıkla bilimkurgunun "Altın Çağı" olarak anılır. Altın Çağ'da filizlenen bir bilim kurgu türü de "uzay operasıdır." Uzay operaları uzayda geçen, macera ve tehlike içeren, büyük yıldız gemileri, şaşırtıcı teknolojik silahlar, uzaylı yaşam formları ve kötü güçler ile devasa uzay savaşları içeren dramatik destanlardır. Clute, erken dönem uzay operalarını, önce Büyük Buhran'dan sonra da İkinci Dünya Savaşı'nın büyüyen tehdidinden kaçışın bir biçimi olarak görür. Uzay operası, bilinmeyene doğru büyük bir macera olarak geleceğe dair bir vizyon sunarken, şimdi kozmik ölçekte sahnelenen savaş ve çatışmanın da devam etmesini sağlamıştır. Bilim kurgunun klasik mitik bir biçimidir.

    Altın Çağ boyunca E.E. ("Doc") Smith, uzay operasının gelişmesine ve popülerleşmesine öncülük etmiştir. Smith'in romanlarıyla ilgili dikkat çekici olan şey kozmik kapsamlarıdır. En unutulmaz iki serisi olan Skylark of Space ve Lensmen romanlarında iyi ve kötü güçler, uzak geçmişten başlayıp uzak geleceğe uzanan milyarlarca yıl boyunca galaksiler boyunca savaşırlar. Lensmen serisinde Smith, son derece gelişmiş teknolojik yeteneklere ve inanılmaz uzay donanmalarına sahip son derece güçlü uzaylı yaşam formları tasvir ediyor. İnsanlar kozmik destanın içine çekiliyor ve kötülüğe karşı iyiliğin savaşında kahraman konumuna erişiyor. Smith, heyecan verici macera öyküleri ile kendimize bakış açımızı uzayın ve zamanın en uzak noktalarına kadar genişletiyor.34

    "Doc" Smith, okuyucuyu devasa uzay gemileriyle evrenin uçlarına götürmüş olabilir ama 1930'larda yazan İngiliz filozof Olaf Stapledon (1886 - 1950) genellikle tüm bilimkurgu yazarları arasında en kozmik olanı olarak kabul edilir. Bilimkurgu tarihinin belki de en yaratıcı ve entelektüel açıdan en güçlü yazarı olan Stapledon, sadece beş bilimkurgu romanı yazmıştır. Stapledon bilimkurguya bir filozof, kozmik boyutların tarihçisi ve varoluşun derin soruları ile gerçekliğin anlamı ve doğası üzerine kafa yoran bir metafizikçi olarak yaklaşmıştır. Her ne kadar geleceğin teknolojileri ve uzay yolculuğu öykülerinde rol oynasa da Stapledon geleceğin insani ve bilimsel tüm çeşitli olasılıklarını araştırır. Stapledon'ın romanları; yaşamın, zihnin, uygarlığın ve ruhun ulaştığı son noktalarla ilişkilidir.

    Stapledon, özellikle geleceğe dair iki büyük ve ilham verici destan yazmıştır. Last and First Men (1930) adlı roman, insanlığın tüm tarihini iki milyar yıl sonrasına kadar izler. İnsanlık bu muazzam tarih içinde çeşitli evrimsel dönüşümlerden geçer. Roman, 18 kuşağın ya da insan türünün geleceğe doğru tarihsel yolculuğunu anlatır. Bu romanda insan uygarlıkları yükselir ve çöker, güneş sistemindeki çeşitli gezegenlere yolculuk eder ve yerleşiriz, biyolojik ve teknolojik olarak kendimizi çeşitli şekillerde geliştiririz, zamanda nasıl seyahat edeceğimizi keşfederiz ve bilimsel, ruhsal ve felsefi olarak büyük bir anlayış ve içgörüye ulaşırız ancak romanın sonunda insanlık, evrenin engin "kürelerin müziği" içinde kısa bir "müzik" ve "cesur bir tema" olarak yok olup gider.35

    İkinci roman Star Maker (1937), daha da büyük bir ölçekte geçer. Arthur C. Clarke Star Maker'ı "Muhtemelen hayal gücünün şimdiye kadar yazılmış en güçlü eseri" olarak tanımlar. Star Maker, uzak geleceğin uçsuz bucaksız bölgelerinde, günümüzden on milyarlarca yıl sonrasında, evrendeki tüm akıllı yaşamın bir araya gelerek evrenin yaratıcısı olan "Star Maker" ile temas kurmayı başardığı fikrini işlemektedir.36 Stapledon, Star Maker'da galaktik imparatorlukların ve galaktik zihinlerin yükselişinin sonunda "kozmik zihniyete" ve bir "kozmik ütopyaya" yol açtığını anlatmaktadır. Bu çığır açan hikayenin finalinde, evrenin kendisi aşılıyor. "Yıldız Yaratıcı", en ilkelinden "nihai kozmos "a kadar, daha önce yaratılmış tüm evrenlerin sonsuz bir dizisini ortaya seriyor. Tanrının zihnine ve yarattıklarına baktığımızda gözlerimiz kamaşır ve kendimizi küçük görürüz. Bu hikâye mutlak geleceğe dair büyük bir kozmik mittir.

    Stapledon'ın yazıları, bilim kurgu bağlamında geleceğin entelektüel ve felsefi serüvenini özetler. Stapledon, olayların tarihsel nedenlerini, geleceğin ortaya çıkmasını sağlayan sosyal ve psikolojik değişimleri ve bu değişimlerin etkilerini ve sonuçlarını dikkatli bir şekilde ele alır. Kitapları kurgusal romanlardan çok tarih ve felsefe gibi okunur. Stapledon milyonlarca ve milyarlarca yıllık olayların büyük destanını tartışırken bireysel karakterler "bir kenara atılır". Star Maker'da kozmik ifşanın yanı sıra bir merak ve huşu duygusu da vardır. Geleceğin görüntüleri okuyucuyu içine çekiyor, sonsuzluğun sınırına taşınıyoruz. Dahası, Stapledon büyük bir derinlik ve spekülatif detaylarla yazıyor, varoluşun anlamı üzerine kafa yoruyor ve yol boyunca sayısız garip ve yabancı gerçekliği tanımlıyor. Stapledon hayal gücünde Wells'e rakip olmuş, hatta onu aşmış ve geleceğin zihnin nihai macerası olduğu duygusunu açıkça göstermiştir.37

    Stapledon zamanının karanlığını ve sınırlamalarını aşarak uzay ve zamanda geniş bir kozmik bağlama doğru ilerledi. On yedinci yüzyılın büyük filozofu Baruch Spinoza'nın bir sözünü alıntılarsak, Stapledon insanlığı, varoluşun ve zekânın büyük panoramasını "sonsuzluğun gözünden" incelemiştir. Stapledon'a göre kozmosun geleceği evrimsel ve tarihseldir. İlerleme, bozulma, dönüşüm ve nihai aydınlanmanın büyük bir destanıdır. Gelecek artık sadece insan ilişkilerinin bir arenası değil, büyük bir yaratım ve keşif arayışında olan sayısız yabancı zihin ve uygarlığın yaşadığı büyük bir evrensel destandır. Her şey nereye doğru gidiyordu?

    Stapledon hem Last and First Men’de hem de Star Maker’da geleceği geniş bir panoramik perspektiften anlatarak milyarlarca yıl boyunca yaşanan olayları, eğilimleri ve başarıları tek tek karakterlerden pek bahsetmeden anlatsa da, tarihçi David Christian'ın deyimiyle geleceğin "büyük tarihini" yazsa da, Stapledon bu hikayeleri kişisel bir bakış açısıyla anlatmaktadır. Her romanda, hikayeleri anlatan ve Star Maker örneğinde olduğu gibi olayları gerçekten deneyimleyen ana bir insan karakter vardır. Hikayelerin bu anlatıcıları kişisel duygu ve düşüncelerini hikayeye katar, gelecek tarihin büyük destanına tepki verir ve üzerinde düşünürler. Bu bireyselleştirilmiş bakış açısı her iki romana da kişisel bir boyut kazandırıyor. Bir bilim kurgu anlatısında kozmik bir geleceğin bu şekilde kişiselleştirilmesi türün eşsiz bir gücüdür. Wells, Smith ve Stapledon'ın tüm gelecek tarihleri ve destanları farklı şekillerde kişisel ve kozmik olanı birleştirir. Bilim kurgu öyküleri insan gerçekliğinin hem iç hem de dış boyutlarını (makrokozmik ve mikrokozmik) ele alır.

    Wells, Smith ve Stapledon geleceğe kozmik bir perspektiften bakıyor. Kendimizi "sonsuzluğun gözünden" görmeden insanlığın geleceğini doğru bir şekilde anlayabilir miyiz? Modern bilimkurgu genellikle geleceğin destanını kozmik bir bağlamda, çok daha eski dini mitleri yansıtan bir bakış açısıyla kurar. Eski mitlerin evren tasavvurları sınırlı olsa da en azından insanlığın geleceğini kozmik bir bağlamda tanımlama girişiminde bulunulmuştur. Kozmik bakış açısı, bilim, evrim ve uzay teknolojisi tarafından yeniden tanımlanan ve geleneksel mitin ötesine önemli ölçüde genişletilen bilim kurguda kendini yeniden ortaya koymaktadır. Bilimsel olarak bilgilendirilmiş bir dış uzay vizyonu artık yeni kozmos haline gelmiştir. Yine de Stapledon ve diğer büyük bilim kurgu yazarlarının fark ettiği gibi uzayın keşfi açıkça teknolojik ve bilimsel bir boyut içerse de insan uygarlığının tüm yönlerinin genişlemesini ve evrimini içerecektir. İnsanoğlu bu yeni kozmik ortama doğru ilerlerken insan varlığının tüm yönlerinin yeniden düşünülmesi gerekmektedir. Bilim kurgunun ana temalarından biri olan uzayın keşfi, insanlığın gelecekteki evriminin tüm yönleri için kozmik bir ortam sağlamaktadır.

    Gelecekle ilgili kozmik kaygılardan dünyevi kaygılara dönecek olursak, 1930'lar ve 1940'larda yazılan en ünlü iki fütürist roman, büyük bir anlatım gücüyle gelecekte teknolojik olarak gelişmiş, yüksek düzeyde kontrol edilen insan toplumlarının karanlık taraflarını araştırmıştır. Geleceğe dair bu iki distopik roman Aldous Huxley'in Brave New World (1932)38 ve George Orwell'in 1984 (1949) adlı eserleridir.39 Romanlar, Brave New World'de farmakolojik sersemletme, 1984'te ise sosyal ve psikolojik kontrol yoluyla bireyselliğin ezildiği geleceğin dünyalarını tasvir etmektedir. Romanlar, dünyadaki sosyal ve siyasi gelişmelerin olası olumsuz sonuçlarına ilişkin uyarılar olarak yazılmıştır. Aynı zamanda çağdaş modern Batı toplumunun ithamları olarak da görülmüşlerdir.40 Brave New World ve 1984 modern dünyanın korku ve endişelerinin çoğunu yakalamış ve güçlendirmiştir.

    Hem Brave New World'de hem de 1984'te kaybedilen, Aydınlanma Çağı'nın iki temel yol gösterici ideali olan özgürlüğümüz ve bireyselliğimizdir ancak bu kaybın birincil nedeni ilerleyen bilim ve teknoloji değildir. Aksine, özgürlüğü ve bireyselliği baltalayan ve yok eden insan doğası ve onun sosyal-politik kurumlarıdır.

    1984'te, "Big Brother" ( hükümetin kişileştirilmiş her yerde hazır ve nazır gözü) tüm vatandaşlarını izler ve tam bir itaat, bağlılık ve uygunluk talep eder. Gerçek, tarihin sürekli yeniden yazılması ve psikolojik şartlandırma yoluyla yok edilir. Orwell'in kendi döneminde totalitarizmin yükselişine dair endişeleri, insan ruhunun öldürüldüğü ve paranoyanın herkes üzerinde hüküm sürdüğü karanlık bir kabusa dönüşür. Hükümet, vatandaşlarının zihinlerini yani neyin doğru ve neyin haklı olduğuna dair inançlarını kontrol etmekte ve sürekli savaş ve aralıksız propaganda yoluyla halkta baskıcı ve uğursuz bir zihniyet yaratmaktadır.

    Brave New World'de geleceğin insanlığı, zevk bağımlısı boş ruhlara indirgenmiştir. Barış, istikrar ve mutluluk tüm yaratıcılığın, merakın ve hoşnutsuzluğun feda edilmesiyle elde edilir. Kitaplar yasaklandığı için değil, artık kimse okumak istemediği için insanlar okumuyor. Bilim, sanat ve din, neredeyse herkesi masum bir çocuk kadar mutlu ve boş yapan uyuşturucular ("soma") aracılığıyla ortadan kaldırılmıştır.41

    Orwell, mutlak toplumsal düzen adına totalitarizmin artan baskıcı kontrolü konusunda endişeliydi. Huxley ise insanın bireysel hazza yönelik sığ arzusuyla ilgiliydi. Brave New World’de acı yoktur. 1984'te ise zevk yoktur. Her iki kurgusal dünya da durağandır. Gerçek bir büyüme ya da değişim pahasına nihai düzene ulaşılır.

    "Doc" Smith'in büyük uzay operaları ve Olaf Stapledon'un evrim destanları insan ruhunu kozmik zirvelere taşırken, Huxley ve Orwell'in distopyaları bizi dünyaya ve insan ruhunun zayıflıklarına ve kötülüklerine geri götürür. Platon'un mağarasındaki gölgeler ve Freudyen kimliğin arzularından sonsuzluğun ışığının parlaklığına kadar metafizik ve etik açıdan bilimkurgunun yelpazesi böyledir.

    Hem Brave New World hem de 1984 gerçek bilimkurgu olarak kabul edilmeyebilir çünkü her iki romanın da ana odağı sosyal eleştiri ve gelecek bağlamında belirlenen siyasi ve psikolojik eğilimlere ilişkin uyarılardır. Yine de bilimkurgu, yirminci yüzyıl ilerledikçe evrim geçirmiştir. 1984 ve Brave New World'de olduğu gibi, 1930'lar ve 1940'larda ve sonrasında yazılanların çoğunda olduğu gibi, "bilim kurgu" etiketi bu türde yazılanlar için çok sınırlayıcıydı.

    "Science fiction" (bilimkurgu) adı Hugo Gernsback tarafından icat edilen " scientifiction " teriminden türemiştir. Gernsback bu terimi 1926'dan itibaren Amazing Stories adlı pulp dergisinde kurucu editör olarak yayınladığı öykü türlerini tanımlamak için kullanmıştır. Gernsback, gelecekteki teknolojinin potansiyel harikaları ve faydaları konusunda oldukça hevesliydi. Amazing Stories, bilim ve teknolojinin dünyayı nasıl bir "teknolojik ütopyaya"dönüştürebileceğini sergiliyordu.42 Ancak bilimkurgu, bilim ve teknolojinin ötesine geçerek toplum, politika ve psikoloji de dahil olmak üzere gelecekteki insan gerçekliğinin tüm yönlerini ve boyutlarını içeriyordu. Bilimkurgu her şeyi kapsayan fütürist bir anlatı haline geldi.

 

 

Evrim, Uzay, Zaman ve Savaş

 

 

    1950'lerde nükleer savaş ve olası sonuçları hakkında yazılan pek çok öykü arasında en ünlüsü, Walter Miller'ın pek çok kişi tarafından tüm zamanların en iyi bilim kurgu romanı olarak kabul edilen ödüllü A Canticle for Leibowitz'dir. Roman, atomik bir kıyametin sonrasını dini, felsefi ve ruhani temalar bağlamında incelemektedir.43 A Canticle for Leibowitz'de, modern uygarlığı yok eden ve insanlığı çok daha ilkel bir teknoloji ve sosyal örgütlenme düzeyine geri götüren bir Üçüncü Dünya Savaşı meydana gelir. Aradan geçen bin yıl boyunca insanlık nükleer teknolojiye ve silahlanmaya doğru yeniden "ilerler" ve yepyeni bir dünya savaşı başlatarak uygarlığı ikinci kez paramparça eder. Dünyanın barışçıl ve ahlaki bir uygarlığa kavuşacağı umudunu yitiren bazı insanlar bir uzay gemisiyle dünyadan kaçar. Belki de dünyanın sonu gelmiştir. İlerleme devam edemez ve ilim bizi ayakta tutamaz. Tek çözüm gemiyi terk edip gitmektir.

    Clifford Simak'ın 1950'lerin başında yayınlanan son derece yaratıcı ve derinden etkileyen romanı City'de daha sert bir yeni başlangıç hayal edilmektedir.44 Simak, romanın önsözünde 1940'larda "güç çılgınlığı içinde hiçbir şeyden vazgeçmeyen" insanlığa karşı yaşadığı hayal kırıklığını ve City'yi ilk olarak etrafındaki "dehşetten" bir kaçış olarak yazmaya başladığını anlatmaktadır. Simak, City’de insanoğlunun sonunda dünyayı terk ettiği, onu akıllı hayvanların, özellikle de köpeklerin yönetimine bıraktığı, insanın kadim hikâyelerinin uzak geçmişin efsane ve fantezilerinden ibaret olup olmadığını düşünen ve merak eden epik bir gelecek hikâyesi anlatıyor.

    1950'lerde bilimkurgu alanında büyük bir popülerliğe ve on yıl sonra 1960'larda dünya çapında üne kavuşan yazarlardan biri Arthur C. Clarke'tır. Clarke öykülerinde bilimkurgunun ve geleceğin büyük kozmik temalarını araştırmış, kozmolojiyi mitik fikirler ve insan evrimi üzerine spekülasyonlarla birlikte dokumuştur. Klasik bilim kurgu romanı Childhood's End'de (1953), uzaylı uzay gemilerinden oluşan büyük bir donanma dünyayı kuşatır, insanlıkla iletişim kurar ve insanlığın daha yüksek bir yaşam ve zeka formuna dönüşümüne rehberlik eder.45 İlginç bir şekilde, uzaylılar Şeytan'ın vücut bulmuş hallerine benzemektedir, bu da bizi itaatkar çocuklar seviyesinin üzerine çıkmaya teşvik eden yılan benzeri bir yaratığa dair ilk mitlerimizin belki de fütürist bir önsezi olduğunu düşündürmektedir.

    Clarke aynı evrimsel insan dönüşümü temasını, insanların yine çok gelişmiş bir uzaylı zekasıyla temas kurduğu ve evrimimizin bir sonraki adımı olarak insansı bir " Star Child'ın" yaratıldığı popüler 2001 üçlemesinde de ele alır. 2001'de insanlığın maymun benzeri yaratıklar olarak ilkel başlangıçlarımızdan evrimleşmesi uzaylı müdahalesine bağlanmaktadır.46 Kozmik bir doğaya sahip zihinler zaman içinde yükselişimize rehberlik etmektedir. Bu fikir geçmişteki dini fikirlerle açıkça örtüşmektedir, ancak şimdi kozmik zeka ilahi olmaktan ziyade doğaldır ve dönüşümün araçları doğaüstü olmaktan ziyade bilimsel ve teknolojiktir.

    Clarke kariyeri boyunca bilimkurgunun yüksek teknolojili, yüksek bilimsel ucunu keşfetmiş ve çoğu zaman bunu mistik, mitik ve kozmik olanla sentezlemiştir.47 Antik mitin temaları modern kozmoloji ve bilimsel spekülasyonda özümsenmiş ve yeniden şekillendirilmiştir. Tanrı yok olmaz ama evrimsel bir bağlamda yeniden kavramsallaştırılır ve genellikle bir uzaylının metaforik yüzü verilir.

    Görüldüğü üzere, gelecekteki insan evrimi birçok bilim kurgu yazarının ele aldığı bir konudur. Psikolojik evrim, Theodore Sturgeon'un bilim kurgu klasiği More Than Human'ın (1953) ana temasıdır.48 Bu romanda, sosyal olarak dışlanmış küçük bir grup insan bir grup zihninde (telepatik temas halinde) birleşir ve bir "Homo Gestalt" haline gelir. Telepatik evrim, Alfred Bester'in Hugo ödüllü The Demolished Man (1953) adlı romanının da ana temasıdır. Bu roman, polisin zihin okuyabildiği ve suçluların kendi zihinlerinde ne düşündüklerini gizlemeyi öğrendikleri bir gelecek dünyasında geçmektedir. Psikolojik açıdan yoğun olan bu hikayedeki aksiyonun çoğu "zihinsel alanda", takip eden ve takip edilenin düşüncelerinde ve karşı düşüncelerinde gerçekleşir.49 Yine de bu dönemin belki de en unutulmaz ve dokunaklı insan evrimi hikayesi Daniel Keyes'in Flowers for Algernon'udur. Doğuştan akıl hastası olan Charlie Gordon, çeşitli yeni bilimsel tedaviler sayesinde yeryüzünde gelmiş geçmiş en ileri zihinsel seviyeye sahip insana, muazzam yeteneklere sahip bir dâhiye dönüştürülür. Ancak bu dönüşüm kalıcı olmaz ve Charlie sonunda eski haline geri döner. Zihninin yükseldiği büyük yüksekliklerin sadece belli belirsiz farkındadır.50

    Genel olarak, insanlardaki biyolojik ve psikolojik evrim teması, tonu ve sonuçları bakımından umutlu ya da korkulu olabilir. Korkudan daha gelişmiş insanları bastırmaya ya da öldürmeye çalışan normal insanlar olabilir. Howard Fast'ın "The First Men" adlı eserinde bir grup süper zeki çocuk, kendilerini yok etmek isteyen hükümet ve askeri güçlere karşı hayatlarını savunmak zorundadır.51 Eskiye karşı yeni, normal olana karşı garip ve farklı olan teması, gelecekteki insan evrimiyle ilgili hikayelerde sıklıkla işlenmektedir. Gelecekte evrim geçirsek bile, "yeni insanlar" ile hayatta kalmaya devam etmekten ve dünyayı kontrol etmekten korkan "eski insanlar" arasında dramatik bir mücadele yaşanacağı şüphesizdir.

   Hem uzay araştırmaları hem de uzaylılar, bilimkurgunun başlangıcından bu yana bilim kurguda oldukça popüler temalar olmuştur. Uzay araştırmaları ve uzaylılarla temas, 1950'ler boyunca ve takip eden on yıllar boyunca hem sinema hem de yazınsal alanda bilim kurgunun çoğunda her yerde bulunan özellikler olmaya devam etmiştir.

    Uzaydan gelen uzaylı, aslında bilimkurgunun temel arketiplerinden biridir. Uzaylı, bilinmeyeni ve fantastik olanı temsil eder ve genellikle insan yeteneklerinin çok ötesinde bir zeka ve teknolojiye sahiptir. Uzaylı aşkın olandır ve aynı zamanda karanlıktan çıkan bir yaratıktır. Sembolik olarak uzaylı, gizemli ve korkutucu gelecektir.

    Uzay araştırmaları ve uzaylı temasını içeren bazı klasik bilim kurgu romanları arasında Ray Bradbury'nin The Martian Chronicles (1950), Stanislaw Lem'in Solaris (1961), ve Larry Niven'ın epik macera ve ödüllü Ringworld (1970) sayılabilir.52 The Martian Chronicles'da Mars'ı keşfeden ve yerleşen insanlar, yerli Marslıları ve medeniyetlerini yok eder. Solaris'te ise bize üstünlük sağlayan uzaylılardır. Bu son derece özgün uzaylı teması öyküsünde insanlar, aslında yabancı bir gezegenin tüm okyanus yüzeyinde cisimleşmiş olan uzaylı zekasıyla iletişim kuramaz ya da onu anlayamazlar. Uzaylı zekâ, insan yerleşimcilerin zihinlerini rüyaları aracılığıyla konuşarak manipüle eder ve onları çılgına çevirir. Niven'ın romanında insanlar ve bir dizi ilginç uzaylı, uzaktaki bir güneşi çevreleyen devasa ve görünüşe göre terk edilmiş bir " halkadünyaya " ortak olur ve seyahat ederler. Bu dünya muazzam boyutlardadır, çevresi milyonlarca mil, genişliği ise binlerce mildir. Güneş ve ekoloji mühendisliğinin bir harikasıdır. Roman, hangi olası zekânın ve ileri teknolojinin böylesine muazzam bir nesneyi inşa edip sonra da görünürde hiçbir neden yokken onu terk etmiş olabileceği gizemi etrafında dönmektedir. Ringworld uzaylıları harikulade ve esrarengizdir.



Kaynak: http://www.centerforfutureconsciousness.com/pdf_files/Readings/ScienceFictionShortArticleJuly2005.pdf

Yorumlar